Münih Günlüğüm - 4


manzara



Bloga konuk yazar :) Bu sefer de eşimin gözünden Almanya'da yaşam... 


Bildiğiniz üzere yaklaşık 2 ay önce yeni işim nedeniyle ailecek Almanya’ya taşındık ve bambaşka bir toplumsal kültürde iş/okul/sosyal yaşamı ailecek deneyimlemeye başladık. Ben ve ailem için ilk olan bu deneyim, bizlerde nasıl farkındalıklar yarattı, bir Türk olarak Almanya’da çalışmak, yasamak, okumak ve hatta bebeğimiz Emre için büyümek ne ifade ediyor sizlerle naçizane düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Eminim hatırlarsınız yıllarca tarih derslerimizde “1. Dünya Savaşında Almanlar kaybedince biz de kaybettik.” cümlesini okuduk. Almanya’ya geldiğim ilk gün bu cümleyi düşünmüştüm. Ekonomik yapıyı vs. bir kenara bırakalım. Bugün sadece toplumsal olgunluk seviyesine, bireylerin eğitimine, katma değer yaratabilme beceresine baktığımda evet kaybettiğimiz kesin ama Almanya kaybetmemiş. Her ne olduysa iki dünya savaşı atlatan bu ülke kendi coğrafyasında ve dünya sahnesinde her konuda standartları belirleyen, sosyal kültürel ve ekonomik açıdan ilk sıralarda yer alan, inovasyonun, teknolojinin, üretimin, verimliliğin temsilcisi bir ülke haline gelmiş. Okuduklarım, gördüklerim, deneyimlediğim, öğrendiklerim kadarıyla Almanya bu seviyeye temelde 3 ana noktaya odaklanarak gelmiş.


almanya

1-    Ekonomik Destekler:

·      2. Dünya Savaşı sonrasında kapitalizm, komünizmle Alman topraklarında kapı komşusu olunca, bölgede güçlenme isteği duyan Amerika bu ülkeyi yardımıyla desteklemiş.
·      Aynı zamanda 2. Dünya Savaşından yara alan Fransızlar ve Almanlarla yeni bir Alman Fransız savaşından kendilerini korumak için ekonomik işbirliğine gitmişler. Kömür ve çelik yoluyla başlayan ticari dayanışma ülkenin kalkınmasına ciddi anlamda hız kazandırmış.
·  Tabi Almanya bu yardımları kısa vadeli kazançlar için değil uzun vadeli dönüşüm projelerine yönlendirince gelişme de kaçınılmaz olmuş.

2-    Toplumsal Olgunluk:

·   Almanların genel olarak asık suratlı, soğuk, zor iletişim kurulan insanlar olduğu söylenir ancak bizim deneyimimiz tamamen çok farklı oldu. Neden acaba  böyle söyleniyor diye düşündüğümde ise şunu gördüm. Almanların bireysel yaşamaktan keyif alan, büyük kalabalıklarda eğlenen ama her seferinde kendi güvenli bölgesine dönmek isteyen bir yapısı var. Yani bizdeki gibi bir aidiyet duygusu ihtiyacı, birilerinin arkasında bulunma, sürüklenme gibi bir ihtiyaçları yok çünkü sistemin her zaman sorgulanması gerektiğine ve bunun için de bireysel olarak bir duruşlarının olması gerektiğine inanıyorlar.

Bir Alman arkadaşıma “taşındığımız ilk gün tüm komşularımızın kapısına bizi anlatan bir not, bir aile fotomuz ve ufak hediyeler bıraktığımızı” söylediğimde. “Bir Alman’a nasıl yaklaşılacağını iyi biliyorsun demek ki”. Almanlar kendi bölgelerine yabancı biri geldiğinde o iletişim kurana kadar asla iletişim kurmazlar. Ve o kişi iletişim kurmak istediğinde  de asla kendi yaşam alanlarına girilmesinden hoşlanmazlar. Not bırakarak dikkat çekmişsin, kapıyı çalmayarak size saygı duyuyorum mesajı vermişsin.” demişti. Özetle Almanlar fazla samimiyet değil saygın duruş bekliyor.

·  Denetleme kültürü bizde kurumlara, kişilere, otoritelere bırakılmışken Almanlarda bu iş tamamen topluma delege edilmiş. Yani kendi kendini yöneten bir toplum olmayı hedeflemişler. Siz çöp attığınızda peşinizden bir komşunuz gelip acaba çöplerinizi geri dönüşüme uygun bir şekilde attınız mı diye bakması, aracınızı yoldaki çizginin 2 cm üzerine çektiğinizde bir bisikletlinin durup sizi uyarması son derece doğal ve hatta kişilerin üzerine alınmayıp teşekkür ettiği bir davranış biçimi.

·   Zenginlik bizim için fiziki görüntüde farklı olduğunuzu sembolize edecek varlıklara sahip olmak iken Almanlar için zenginlik beşeri sermaye demek. Münih kenti Almanya’nın zenginlik sıralamasında Frankfurt’tan sonraki 2. şehri ve BMW, Audi, Siemens, Bosch, Adidas, MAN gibi büyük şirketlerin de ana merkezi. Tüm bu zenginliğe rağmen insanların yaşam biçimi, giyim şekli, varlıklı kişilerin genel tavrı, duruşu size en ufak bir rahatsızlık hatta farklılık hissi vermiyor. Beşeri sermaye esas olduğu için gelirlerinin %26'sini tasarruf etmeye ayırıyorlar, 2.el kıyafet giymeyi bir ihtiyaç değil ülke ekonomisine katkı olarak görüyorlar.

3-    Eğitim Anlayışı:

·      Taşınırken en büyük kaygımız biz bir şekilde adapte oluruz ama acaba kızımız için nasıl bir deneyim olurdu. Yeni okul, sadece Almanca ve İngilizce konuşabilen öğretmenler, arkadaşlar, yepyeni bir müfredat ve eğitim sistemi...İlk gün okula gittiğimizde orta okul müdürü bize 20 dakikalık bir aktarım yaptı ve Duru’ya “işte sınıfın ve öğretmenin. İyi eğlenceler” diyerek Duru’yu yolladı. Bize de “size de iyi günler” dedi. Evet ilk günümüz bu kadardı, sadece 20 dk. Aksam Duru geldiğinde ilk söylediği şey “baba biz burada uzun sure kalalım. Her şey çok eğlenceli ve hep bir şeyler deniyoruz” oldu.

Evet özetle Alman eğitim sistemi deneyimleme, eğlenme ve öğrendiklerini hayata uygulayabilme üzerine kurulu. Burada 4 seviyeli bir değerlendirme sistemi var ve 
1. Seviye konuların aktarımı. 
2. Seviye temel problemlerin çözümü, 
3. Seviye günlük yasamda öğrendiklerini uygulayabilmek
4. Seviye kompleks problemlerin çözümünde bu bilgiden yararlanarak yaratıcı çözüm üretebilme. 

Günde sadece 15 dk-30 dk arasında ödev veriliyor. Toplu tatillerde ödev verilmiyor ve müfredatta Etik Düşünce, Ürün Tasarımı, Toplumsal Fayda Yaratma gibi dersler yer alıyor.

·  Sistem yaratma, mantıksal düşünce, olasılıkların analizi gibi kavramlar eğitimin temelinde yer alıyor. Almanların bu kadar süreç odaklı olması, en iyi süreç, en doğru kaynaklar en kaliteli çıktıyı üretir anlayışı da buradan geliyor.

·     Kitap okuma oranı %64 ve hız problemlerini ezberle değil bir solucanı cetvel üzerinde yürüterek 3 cm yi kaç sn de alıyor gözlemleyerek öğreniyorsunuz. Dönüşte LGS'ye nasıl adapte olacağız hiç bilemiyoruz :)

İş hayatı açısından değerlendirdiğimde de benim için öne çıkan 3 başlık şu oldu:

1- Kişiler değil kurumsal yapı ve icraat on planda. Her kademede en az bir konunun uzmanı olmak ve diğer konular hakkında da yorum yapabilecek yetkinlik bekleniyor.

2-  Hiyerarşi çok güçlü ve bunun arkasında önemli bir otorite var ancak bunun yaratıcılığın önünde bir engel olduğunu keşfetmişler. Yıkmaya çalışıyorlar.

3- Kalite bir organizasyonun ya da kişinin sorumluluğu değil, surecin tüm paydaşlarının ortak sorumluluğu, buna katkı sağladığın kadar söz sahibisin.

Özetle, ilk ay bizim için pek çok farkındalığı keşfederek geçti. 

Şimdilik iyi ki gelmişiz diyoruz, bakalım hayat bize neler gösterecek.

Foto @erhankoseoglu

Önceki günlükler için Münih Günlüğüm - 3

Hiç yorum yok